Birbirinden değerli objeler onun ellerinde yeniden şekillenerek, yepyeni bir kimliğe kavuşuyor. Kıymetli objeler, daha da kıymetli hale geliyor. Murassa sanatının son ustalarından Hraç Arslanyan, küçük bir çocukken başlayan mücevher sevdasını TRT Haber’e anlattı.
İstanbul’da bir zamanlar birçok semt, yazlık ve mesire yeriydi. Biz de o sıralar, Erenköy’deki yazlığımıza gidiyorduk. Yazlıkta bisikletimi kırdım. Haylaz çocuk ilan edildim. Adam olmam için amcamın, yani ustamın yanına çırak olarak verildim. Öylelikle başladı hikayem… Amcam, Kapalıçarşı’nın tanınmış sadekarlarındandır. Bu sanata gönlümü kaptırmıştım, burada devam ettim.
Bu mesleğe aşık olmuştum. Askerlikten sonra yaklaşık bir yıl Avrupa’da kaldım. Bir genç olarak ufkumu açmak için, biraz da mesleğimi incelemek için Viyana’ya gittim. Oradan sonra Almanya’nın birkaç şehrini gezdim. Amsterdam, Brüksel ve Paris’in ardından tekrar Viyana’ya döndüm. Buralarda farklı disiplinleri öğrendim. İstanbul’a daha donanımlı bir şekilde geldim ve atölyemi açtım.
O zamanlar Kapalıçarşı’nın mücevher çizgisi yeniliklere açık değildi. Ben çok farklı, ilginç bir şeyler çıkartmaya başladım. Onu kabul ettirene kadar bir sene geçti. Tabii çok zor bir süreçti. Ama yine de ben çizgimden vazgeçmedim. Kataloglardan bakarak kopyacılık yapmak istemedim. Kopyacılık benim için bir nevi fikir hırsızlığıdır. İnsanlar düşünmüş; ruhlarını, gönüllerini vermişler o çizgilere… Sizin onu böyle hazır alıp yapmanız doğru olmaz.
Ben daha çok farklı doğal taşlarla çalışıyorum. Önce bir taşı önüme alırım. Taşı yapacağım kişinin kültürü, yaşı, saçının ve gözünün rengi bile önemli kullanacağım malzemelerde. Onu düşünerek, kafamda kurarak yaparım. Biz çizerek değil; çalışarak çıkartırız bir ürünü ortaya. Eski tarzdadır bizim yaptığımız çalışma. Onu çatarak ve oluşturarak meydana çıkartırız. Mesela bir hanımefendi Brezilya’dan çok ilginç bir taş alıp yüzük yapmamı isteyebiliyor. Ama o taşın yüksekliği, yapısı yüzüğe değil kolyeye uygun olabiliyor. O zaman rica ediyorum, yönlendiriyorum. Sağ olsunlar, onlar da benim fikirlerime saygı duyuyorlar.
Birçok obje yaptım ama özellikle çini üzerine çalıştım. Çini, bu toprakların en eski sanatlarından bir tanesidir. “Toprağın Dili” adlı bir koleksiyon çıkarmıştık. Çok keyif aldığım bir süreç oldu. Yine dostlarımızın tavsiyesiyle müşterilerimiz atalarından kalan parçaları süslemek için bize getiriyor, biz de yapıyoruz.
Murassa, kıymetli bir objeyi, yine kıymetli maden ve taşlarla süsleme sanatıdır. Mücevher yapmak çok keyifli bir çalışmadır ama sınırları bellidir. Oysa murassa, sonsuzluktur. Yaptıkça geliştiriyorsun kendini, yaptıkça düşüncelerin değişiyor, duyguların değişiyor. Eklemeler, ilaveler yaparak daha mükemmele ulaşıyorsun.
Bizim mesleğin birçok dalı var. Murassa yapabilmeniz için bunlara hakim olmanız ve yapabilmeniz lazım. Sadekarın en büyük avantajı bunları bilmesidir. Tarihte Topkapı Sarayı’nda zergeran bölükleri varmış. Hepsi farklı dallarda ve kademelerde çalışan ustalar bu işi yaparmış. Şu anda maalesef öyle eski ustalar olmadığı için kendin yapıyorsun. Bu yüzden çok insan yapamıyor.
Bir daha dünyaya gelsem aynı mesleği, sanatı yapardım. Çünkü bu ayrı bir ruhtur, sevdadır. Bizde çıraklık var, kalfalık var, ustalık var. Benim tarzımdaki bazı ustalar kendini zorlamaya başlar. Daha ilginç, daha zor, daha olmayan bir şeyleri yapmaya çalışır. Murassa onun neticesi…
Kuyumculukla ilgili bir eğitim merkezimiz var, gençleri orada yetiştiriyorum. Ama murassa ustasını direkt yetiştiremezsin. Teknikleri, usulleri ve üslupları var. Yıllar süren bir birikim gerektiği için direkt yetiştiremezsin. O, kendisi yetişir.
Bir elinde gümüş levha diğer elinde çekiçle ömrünü Kapalıçarşı’da geçiren Nişan Muratoğlu, “İşimi bıraksam ömrüm kısalır” diyor.
Nişan Muratoğlu, Kapalıçarşı’da gümüş dövme işi yapan son ustalardan biri. Çocuk yaşta başladığı mesleğini 67 yıldır sürdüren Muratoğlu, hikayesini TRT Haber’e anlattı.
Anneannem, ustamla aynı sokakta oturuyordu. Ona “Torunum var, işe sokmak istiyoruz” demiş. Ustam da “Bana gelsin, bende çalışsın” demiş. O yaşta yanına girdim. Kapalıçarşı’nın eski ustalarından biriydi. İyi ustaydı, onun yanında yetiştim. Ben de çok titizdim, çok temiz bir işçiliğim vardı. Ustam yaptığım işlerde kusur bulmak isterdi fakat bulamazdı. O gün bugündür devam ediyorum. İşimi severek yaptım; hala da seviyorum, bırakamıyorum.
Burası tabii başka bir dünya. Mesela bana buradaki meslektaşlarım, “Gelme artık, hayatını yaşa” diyor ama benim hayatım burada. Bıraktığım zaman herhalde ömrüm kısalır diye düşünüyorum. Yaptığım işlere baktığım zaman haz alıyorum. Bir de müşterilerim gelip, ‘bu dükkan farklıymış’ dediklerinde çok gururlanıyorum, hisleniyorum.
Aşağı yukarı 15-20 senedir işimiz hep geriye doğru gidiyor. Mesela 15-20 sene önce daha güzel şeyler üretebiliyorduk. Bugün de üretebiliyoruz ama o müşteri gelmiyor artık buraya. Yeni nesil gümüşü sevmiyor. Gümüş, bakım isteyen bir maden, kararıyor. Yeni nesil tahsilini gördükten sonra iş hayatına atılıyor. İşle mi uğraşsın gümüşle mi uğraşsın? Ancak düğün, nişan falan olduğunda gelip, adettir diye alıyorlar. Orada da anne almak istiyor ama evladı istemiyor, “Ben gümüşle uğraşamam” diyor.
Ben gümüşün “dövücülük” kısmındayım. Levhayı aldıktan sonra örs ve çekiç yardımıyla döve döve yapıyoruz. Kalıp falan kullanmıyoruz. El yordamıyla gözümüzün gördüğünü yapıyoruz. Ondan sonra işlemeciye ve katmancıya gidiyor. Ardından montürüne geçiyor, ilaveleri yapılıyor, bordürleri yapılıyor ve rodaja gidiyor. Geldikten sonra ürünü temizleyip, vitrine koyup müşteri bekliyoruz.
Güç isteyen bir iş. Çekici bileğinizden çıkararak o düz levhayı şekle sokuyorsunuz. Gümüşü çukurlarız ilk önce, derinliğini veririz. Sonra resme bakarız, içeri gireriz, dışarı çıkarız, toplarız, bırakırız… Başladığınız gibi o işi bitiremezsiniz. Umduğunuzu bulamayabilirsiniz. Şekil vermek biraz düşündürücüdür. Vurduğunuz çekicin yerini çok iyi bileceksiniz. Yanlış yere vurmayacaksınız.
Şu anda tabii yaşımdan mütevellit çok çalışmıyorum ancak anlatarak yaptırmaya çalışıyorum. Estetik olarak diğerlerine yol gösteriyorum. “Burayı göze hoş görünsün diye biraz daha kabartman lazım, burayı biraz daha içeri alman lazım” diye yol gösteriyorum. Hobi olarak biblo falan yapıyorum.
Eskiden bir gümüş kültürü vardı. Hatta müşteri gelirdi, el işi isterlerdi. Çekiç yarası görmek isterdi. ‘Bu çekiçle olmamış’ derdi. Ben çok temiz çalıştığım için, bende çekiç yarası falan göremezdiniz. İnanmazlardı onun elde yapıldığına… Son ustalardanız herhalde. Biz de bittikten sonra, benim dükkanım da kapanacak.