Son dönemlerde aşı üzerine yapılan tartışmalar artmaya başladı. Aşı reddi tüm dünyada tartışılan bir konu haline geldi. Bilimsel altyapısı olmayan söylemler, ebeveynlerin kafasını karıştırıyor.
Öte yandan uzmanlar her fırsatta aşı reddinin yanlışlığına vurgu yapıyor. Üstelik aşı reddi nedeniyle uzun yıllardır görülmeyen hastalıklara yeniden rastlanmaya başladı. Hatta aşı yapılmayan çocuklar, diğer çocukları da risk altına sokar hale geldi. Oysa aşı, bugüne kadar sayısız çocuğun hayatını kurtaran çok basit bir uygulama…
En ucuz sağlıklı kalma yöntemi olan aşı, Türkiye’de hayli köklü bir geçmişe sahip. Aşıyla ilgili ilk çalışmalar, Osmanlı İmparatorluğu’na dek uzanıyor.
Bir zamanlar pek çok cana mal olan çiçek hastalığına karşı ilk aşı çalışmaları Osmanlı döneminde başladı. Hatta bu, 1721’de İstanbul’a gelen İngiltere büyükelçisinin eşi Lady Montagu’ya ilham verdi. Lady Montagu, Edirne’de öğrendiği yöntemi ülkesine taşıyarak çiçek aşısının geliştirilmesine büyük katkı sağladı.
Osmanlılar, Avrupa’da aşılarla ilgili yapılan araştırmalara da destek verdi. Tarihe kuduz aşısını bulan kişi olarak geçen Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur, çalışmalarını sürdürmek için maddi desteğe ihtiyaç duyuyordu. Bunun için dönemin devlet büyüklerine yazı yazdı. Padişah II. Mahmut, kendisine gelen yardım çağrısına karşılık verdi. Pasteur’e mecidiye nişanı ve altın gönderdi. Ama bir şartı vardı; gönderdiği üç kişiyi asistan olarak yetiştirmesini istedi.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane’den müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Dr. Hüseyin Remzi ve veteriner Hüseyin Hüsnü böylece Pasteur’ün yanına asistan olarak gitti.
Pastuer’ün yanına giderek eğitim alan üç asistan, elleri boş dönmedi. Öğrendiklerini pratiğe dökmek için kolları sıvadılar. 1887’de Zoeros Paşa’nın kliniğinde “Kuduz Tedavi Müessesesi” kuruldu. Dünyanın üçüncü, Doğu’nun ise ilk kuduz merkezi oldu bu.
Merkezde hem kuduz hem de difteri konusunda çalışmalar yapıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nda aşıyla ilgili çalışmalar hız kesmeden devam etti. Kuduz, çiçek aşısı, difteri, sığır vebası, verem, kızıl ve tifo gibi hastalıklar için önemli aşı çalışmaları yürütüldü.
Cumhuriyetin ilanından sonra da aşı çalışmaları bütün hızıyla devam etti. 1928’de Ankara’da Hıfzıssıhha Enstitüsü kurularak üretim tek bir çatı altına toplandı. Tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanos ve kuduz aşıları başta olmak üzere yirmiyi aşkın aşı üretildi.
Günümüzde aşı ile ilgili çalışmalar Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor. Uygulamaysa herkesin kolayca ulaşabileceği birinci basamak sağlık kuruluşları tarafından gerçekleştiriliyor. Çocuklar, 13 hastalığa karşı aşılanıyor.
Sağlık Bakanlığının verilerine göre, Türkiye’de bebek ve çocukların yüzde 98’i aşılanıyor. Yetişkin aşılarında ise bu oran yüzde 75 seviyelerinde. Takvim dahilindeki aşılar, Türkiye’nin her yerinde ücretsiz olarak uygulanıyor. Aile hekimliği merkezleri ve hastanelerde uygulanan aşılar, sisteme de kaydediliyor. Böylece aşılama çalışmaları takip altına alınıyor.
Türkiye’de özellikle son yıllarda aşı konusunda önemli gelişmeler yaşanıyor. Yerli aşı üretimi için çoktan düğmeye basıldı. Sağlık Bakanlığı önümüzdeki aylarda difteri ve tetanos aşısının üretileceğini duyurdu. Peşinden hepatit A, hepatit B ve suçiçeği aşıları gelecek.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca konuyla ilgili olarak “Biz yeni dönemde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte özellikle yerlileşmeyi ve millileşmeyi de çok önemsiyoruz. Dışa bağımlılığımızın yüksek olduğu ilaç, malzeme, cihaz ve aşı konusunda özellikle 2023 sonuna kadar aşıyı yerlileştirme noktasında kararlıyız” dedi.
Yerli aşı çalışmaları için Küba ve Güney Kore’ye gidilerek araştırma ve çalışmalar yapıldığını da ifade eden Bakan Koca, şöyle devam etti:
“Biz bu noktada özellikle aşıyı devlet eliyle güvenilir şekilde, maliyetini önemsemeden mutlak yerlileştirmeyi ve millileştirmeyi hedefliyoruz.”