Türkiye, jeolojik zenginlikler açısından çoğu ülkeye göre çok şanslı. Jeolojik olarak Alp-Himalaya çarpışma kuşağında yer alan Türkiye’de, Avrasya plakası ile Arap-Afrika plakasının çarpışmasıyla pek çok jeolojik yapı ortaya çıktı. Anadolu toprakları, doğanın sunduğu bu mucizevi jeolojik oluşumlara ev sahipliği yapıyor. Mağaralar, şelaleler, kalderalar, volkan konileri, peri bacaları, fosil yatakları, travertenler, vadi kanyonlar, krater gölleri, obruklar gibi değişik yapılar bu jeolojik mirasın eseri.
Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, özellikle son yıllarda Türkiye’nin jeolojik miras alanlarını saptamak için yoğun bir çalışma yürütüyor. Bunun meyveleri de alınıyor. Manisa’da bulunan ve Avrupa Jeoparklar Ağı’na eklenen “Kula Volkanik Parkı” bunun en bilinen örneği. Her yıl yerli-yabancı çok sayıda insanın gezdiği park, görenleri büyülüyor. Türkiye’de, Kula Volkanik Parkı haricinde beş jeolojik alan daha bulunuyor.
Türkiye’nin jeomiras zenginliği, beraberinde yeni bir kavramı da getirdi: Jeoturizm… Bu, ülkemiz için yeni ama hızla büyüyen bir alan. Jeoturizm, tatili sadece deniz ve güneş olarak görmeyenler için, yerkürenin milyonlarca yıl öncesine dayanan oluşumlarını merak edenler için son derece heyecan verici. Rehberler eşliğinde yapılan geziler tam da bu nedenle her geçen gün daha fazla ilgi görüyor.
Türkiye’de jeolojik miras alanları ilgili çalışmalar aslında 1970’li yıllara dek uzanıyor. Yani çalışmalar çok da yeni sayılmaz. Halihazırda bu konuda oluşturulmuş bir envanter var. Ancak çalışmalar artan bir ivmeyle devam ediyor. Çünkü hala tescil edilmemiş, yani henüz keşfedilmiş pek çok jeosit bulunuyor. Jeoturizm dünyada, özellikle de Avrupa’da büyük ilgi görüyor. Hem istihdam hem de döviz girdisi bakımından ülke ekonomilerine büyük katkılar sağlıyor. Aynı zamanda çevre bilincinin korunması açısından çalışmalar kritik önem taşıyor.
Türkiye jeolojik zenginlikler açısından nasıl bir ülke? Jeomiras zenginliğimiz yeterince korunuyor mu? Jeoturizmin gelişmesi için neler yapılabilir? Türkiye'de özellikle son yıllarda daha fazla duymaya başladığımız jeoturizmle ilgili merak edilenleri İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Dr. Gürsel Sunal, TRT Haber için yanıtladı.
- Jeosit ya da jeomiras kavramları ne anlama geliyor?
Yerkürenin, özelde de yerkabuğunun evrimini anlatan, genellikle ender bulunan her türlü jeolojik objeyi, jeomiras ya da jeosit olarak ele alabiliriz. Mesela nesli tükenmiş hayvanların fosil yataklarının bulunduğu yeri jeosit yapabilirsiniz. Yine mağaralar çok değerli; çünkü oluşumları milyonlarca yıl sürüyor. Kanyonlar, Tuz Gölü, Sada Gölü, peribacaları gibi oluşumları da jeosit olarak değerlendirebiliriz. Jeositlerin bir de dünyanın evrimine bir pencere açıyor olması gerekiyor. O bilgiyi barındırmalı.
- Doğadaki bir oluşumun jeosit olduğuna nasıl karar veriliyor?
Bir şeyi jeolojik anlamda koruma altına almak istiyorsanız, yani jeosit olarak belirlemek istiyorsanız bunun ender olması gerekiyor. Önemli bir jeolojik olayı anlatan obje olması lazım ki buna “jeolojik miras” denilebilsin. Bunun ikinci bir tarafı daha var… Bu jeolojik miras sadece bize ait değil, bir dünya mirası… Çünkü dünyanın oluşumuyla ilgili bize bir pencere sunuyor. Bizim de bütün dünyaya aslında bu anlamda sorumluluğumuz ve yükümlülüğümüz var.
- Türkiye’nin özellikle hangi bölgelerinde jeositler daha fazla?
Türkiye’nin hemen hemen her yerinde jeositler bulunuyor. Sadece iyi değerlendirilip koruma altına alınması gerekiyor. İstanbul’da bile iki yerden bahsedebilirim… Mesela bütün Toroslar mağara sistemiyle doludur. Üniversitenin bütün amatör mağaracıları oraya gidiyor. Zonguldak’taki mağaralara Çekoslavakya’dan mağaracılar geliyor. Çünkü onlar için bir parkur.
- Türkiye jeolojik zenginlik anlamında nasıl bir ülke?
Jeolojik anlamda baktığınız zaman Türkiye çok eski bir kıta kabuğuna sahip değil. Dolayısıyla çok genç. Bu gençliğinin verdiği bir avantaj da ortaya çıkıyor. Çünkü çok genç yapılar var. Hala da gözümüzün önünde olan yapılar bunlar. Türkiye’nin hemen hemen tamamına “jeopark” demek mümkün. Türkiye’de nereye gitseniz bir şey bulma şansınız var.
- Bu alanları kayıt altına almak için bir çalışma yürütülüyor mu?
Bununla ilgili bir dernek var: Jeolojik Mirası Koruma Derneği (JEMİRKO). Bu derneğin envanterinde Türkiye’nin hemen her yerinden insanların tespit edip önerdiği jeolojik miras alanları var. Ve hala öneri yapabiliyorsunuz. Bugün gidip biri bir şey bulduğu zaman buraya öneri yapabiliyor. Uluslararası anlamda bir şey ifade etmeyebilir ama kendi envanterimizi bilme açısından önemli.
- Türkiye’de bu jeolojik zenginliği olan alanlar koruma altına alınmaya başladı mı?
Başladı. Türkiye’de bu konuda en eski yerlerden biri Kızılcahamam’dır. Kızılcahamam çok zengin... Özellikle Ankara Üniversitesi’nin katkılarıyla çok iş yapıldı orada. Fosil ağaçlar var mesela. Bitki, yaprak fosilleri; özellikle balık fosilleri anlamında çok zengindir. Oraları yöre halkı koruyor. Siz gidip oradan alamazsınız fosilleri. Hemen gelirler ‘Ne yapıyorsunuz’ diye. Burada önemli olan parametrelerden biri yöre halkı. Onlar ne kadar korurlarsa o sistem o kadar dayanıyor.
Jeosit alanlarını korumak, bizim dışımızdaki insanlara ve gelecek nesillere sunmak lazım. Bunları tahrip ettiğiniz de geri koymanız mümkün değil. Çünkü jeolojik süreçler ya milyonlarca yıl sürüyor ya da bir daha oluşması milyon yıl sonrasına denk geliyor.
- Türkiye, bu jeolojik zenginliklerinden turizm anlamında faydalanabiliyor mu?
Kapadokya’daki peribacaları, Ihlara Vadisi gibi yerlere baktığınız zaman buralara yurtdışından insanlar geliyor. Bizde maalesef bu gözle bakılması çok geç oldu. Kültür turizmi Avrupa’da daha eski. Türkiye’de jeolojik turizm yeni yeni başladı.
- Jeoturizmin gelişmesi için ne yapılabilir?
Türkiye çok büyük bir potansiyele sahip. İnsanlar Japonya’dan buraya, küçük bir fosili görmeye gelebilir. Bir insan altyapısının olması gerekiyor. Bir şeyi yapmak kolay ancak önemli olan onun sürdürülebilirliği. İnsanların yemek yiyebilecekleri, kalacakları ihtiyaçlarını giderecekleri tesisler yapmanız gerekiyor. Her yönüyle ele alınması gerekiyor.
- Türkiye’de, turizmde bir bakış açısı değişikliği var mı sizce?
İnsanlar artık gidip sahillerde güneş altında yatmayı tercih etmiyor. Daha çok bir yere gittikleri zaman orayla ilgili bir şeyler öğrenmeyi tercih ediyorlar. Ama bunun için bir altyapı olması gerekiyor. Mesela doğa turizmiyle birlikte jeoturizm ya da gastronomi turizmi çok yaygın olmaya başladı. Türkiye’de insanlar artık bir yerden bir yere yemek yemeye gitmeye başladılar. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Mesela Karadeniz civarında doğa anlamında baktığınız zaman müthiş bir potansiyel var. Bunun yanına jeoturizm, arkeoloji, gastro veya etnik anlamda bir şeyler eklerseniz gayet önemli bir turizm alanı oluşur.
- O halde jeoturizm anlamında Türkiye’deki büyük potansiyelin gün yüzüne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.
Kızılcahamam bu anlamda çok iyi bir yer. Gerçek anlamda jeopark olamadı ama potansiyeli çok yüksek. Yani UNESCO’ya başvurması gerekiyor. Zonguldak’ta da bizim yeni bir projemiz var. Profesyonel bir ekip çalışıyor: Mimarlar, mağaracılar… Bu projeye Zonguldak Valiliği ön ayak oluyor. Bu alanda birçok mağara var. Bunlardan bir tanesi de Ilgarini mağarası mesela… Birçok ziyaretçi geliyor oraya. Şimdi oranın jeoparklaşma açısından potansiyeli değerlendiriliyor. Belki ileriki zamanlarda UNESCO’ya başvuru yapılacak.
- Jeoparkların UNESCO’ya üye olması ne anlama geliyor?
UNESCO Parkı olunca, Avrupa Jeoparklar Ağı'na üye oluyorsunuz. Kendinizi denetlettiriyorsunuz. Onlar sizi denetlediği için de daima islim üzerindesiniz. O nedenle başvuruluyor. Bir de tanıtım için… İnsanlar Türkiye’ye gelecekse Kula’ya geliyor. Başka yerin jeopark olduğunu bilmiyorlar çünkü. UNESCO listesinde Kula var sadece.
Türkiye’nin tek Avrupa ve UNESCO onaylı jeoparkı olma özelliğini taşıyor. Park, Eylül 2013’te Türkiye’nin ve Avrupa’nın ilk ve tek UNESCO jeoparkı ilan edildi. Batı Anadolu-Ege eşiğinde, Manisa il sınırları içerisinde yer alan jeopark, yaklaşık 300 kilometrekare alanı kapsıyor. Parkın büyük çoğunluğu Kula’da yer almasına rağmen Salihli ilçesi ile Sandal, Gökçeören, Adala ve Gökeyüp beldelerini de içine alıyor.
Antik coğrafyacı Strabon’un “Coğrafya” adlı eserinde “Katakekaumene” (Yanık Ülke) şeklinde ifade edilen jeopark, bünyesinde görenleri hayrete düşürecek pek çok oluşumu barındırıyor. Bölge, üstün nitelikli jeolojik ve jeoformolojik mirasın yanında çok iyi korunmuş Osmanlı kent mimarisiyle de dikkat çekiyor.
Parkta yer alan gezilecek yerler şöyle sıralanıyor:
Ankara’da, Kızılcahamam ve Çamlıdere ilçeleri arasında yer alan jeopark, 2 bin kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. 2010 yılından bu yana jeopark olarak hizmet veriyor. Kızılcahamam-Çamlıdere Jeoparkı’nda 250 jeosit yer alıyor. Ancak bunların sadece 23’ü turizm amaçlı gezilebiliyor. Buradaki her bir durak, yaklaşık 23 milyon yıl ile 20 bin yıl arasında değişen zamanlarda meydana gelen jeolojik oluşumlar. Gerektiğinde rehber ile de gezilebilen bu alanlarda bol miktarda açıklama tabloları yer alıyor. Kızılcahamam-Çamlıdere Jeoparkı açıldığı günden bu yana ziyaretçi akınına uğruyor.
Parkta yer alan gezilecek yerler şöyle sıralanıyor:
Jeolojik takvime göre 350 milyon yıl öncesine kadar tarihlenen Zonguldak, zengin kömür rezervlerinin yanı sıra jeolojik oluşumlarıyla da dikkat çekiyor. Bölgede uzun yıllar yapılan araştırmalar sonunda 50’nin üzerinde karstik mağara bulundu. Halen aktif olan bu mağalar yeraltı suları, dikitler, sarkıtlar ve traverten oluşumlarıyla görsel bir şölen sunuyor. Bu mağaralardan sadece Cehennemağzı Mağaraları volkanik patlamalarla ortaya çıkmış.
Parkta yer alan gezilecek yerler şöyle sıralanıyor:
Büyük jeolojik mirasa sahip bölgelerden biri olan Nemrut-Süphan Jeoparkı, Bitlis sınırları içerisinde bulunuyor. Bölgede 2013 yılından bu yana yürütülen çalışmalar çerçevesinde 40 jeosit alan tespit edildi. Dünyanın ikinci, Türkiye’nin en büyük krater gölü olma özelliğine sahip Nemrut Krater Gölü’nde 40 jeosit alan bulunuyor.
Nemrut-Süphan Jeoparkı’nda yürütülen çalışmalar, son bir yıldır hız kazandı. UNESCO ölçütlerine göre yürütülen çalışmalar, uygulama aşamasına geldi. 13 kilometrekarelik alana yayılan jeoparkta sıcak ve soğuk göller, buz mağarası, buhar bacaları gibi doğal güzellikler bulunuyor. Nemrut-Süphan Jeoparkı, 2018 yılı içinde yapılacak çalıştay sonrası ulusal park olarak ilan edilmeyi bekliyor.
Sivas’ın Yukarı Kızılırmak Havzası’nda yer alan 5 bin 600 kilometrekarelik alan jeopark olacak. Bölgede, yaşı yaklaşık 70 milyon yıl öncesine kadar giden lapyalar, çökme dolinler, kör vadiler, kanyon vadiler, karstik göller, mağaralar, doğal köprüler ve polyeler gibi çok sayıda oluşum bulunuyor. Jeositlerin tespiti ve koruma alanlarına yönelik çalışmaların yürütüldüğü jeoparkın, çalışmalar sona erdikten sonra halka açılması bekleniyor. Yukarı Kızılırmak Jeoparkı’nda çalışmaların tamamlanmasının ardından tescil için UNESCO’ya başvuru yapılacak.
Kayseri’nin Kocasinan ilçesindeki Yamula Baraj Gölü kıyısındaki alanın jeoparka dönüştürülmesi planlanıyor. Yamula Baraj Gölü kıyısındaki Taşhan ve Çevril mahalleleri kırsalındaki alanda bulunan 10 milyon yıllık fosil, yetkilileri harekete geçirdi. Çevrede yapılan kazı çalışmalarında fillere ait kalça kemikleri, dişler ve üç toynaklı atların fosillerine rastlandı. Kazı çalışmaları halen devam ediyor.